
Gıda sektöründe bir markayı zirveye taşımak yıllar süren bir emek, yatırım ve güven inşası gerektirir. Ancak bu güven, hatalı üretilmiş, son tüketim tarihi geçmiş veya piyasadan toplatılmış ürünlerin yanlış yönetimiyle bir anda sarsılabilir. Kontrolsüzce atılan bir ürün, sadece bir çevre kirliliği unsuru değil, aynı zamanda marka imajını ve halk sağlığını tehdit eden bir saatli bombadır. Peki, bu riskleri yönetirken aynı zamanda maliyetleri düşürmek, vergisel avantajlar elde etmek ve sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmak mümkün mü? Makalemizde bu sorunun cevabını arayacağız.
Bir imha ve geri dönüşüm danışmanı olarak, gıda firmalarının marka kalkanını güçlendirirken, atıklarını nasıl birer değere dönüştürebileceklerini tüm yönleriyle ele alalım.
Marka güvenliği, bir tüketicinin raftan aldığı ürünün etiketinde yazan her şeye koşulsuz inanmasıdır. Ancak piyasadan çekilen ürünler, kontrolsüz bir şekilde imha edilirse karaborsaya veya merdiven altı tezgahlara düşme riski taşır. Son tüketim tarihi geçmiş bir ürünün yeniden paketlenerek satılması, son kullanım tarihinin değiştirilmesi veya sahte ürünlerle karıştırılması, en iyi ihtimalle tüketici güvenini sarsar, en kötü ihtimalle ise ciddi gıda zehirlenmelerine yol açarak markanın sonunu getirebilir.
Bu noktada güvenli ve belgeli imha bir seçenek değil, zorunluluktur. Ürünlerin, yetkili ve lisanslı tesislerde, marka ve logosu tanınmayacak şekilde imha edilmesi, bu riskleri ortadan kaldıran ilk adımdır.
Marka güvenliğini tehdit eden bir diğer büyük unsur da sahteciliktir. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ve Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) raporlarına göre, küresel ticaretteki sahte ve taklit ürünlerin payı, dünya ithalatının yaklaşık %2,5’ine denk gelmektedir. Bu devasa pazar, gıdadan ilaca her sektörü tehdit etmektedir.
Dünyada Lider Ülkeler: Sahte ve taklit ürünlerin küresel ticaretindeki menşe ülkeler sıralamasında ne yazık ki Çin (Hong Kong dahil) açık ara lider konumdadır. Onu takip eden ülkeler arasında ise Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye sıklıkla ilk sıralarda yer almaktadır.Türkiye’nin Konumu: Türkiye, stratejik konumu ve güçlü üretim kapasitesiyle uluslararası ticarette önemli bir merkez konumundadır. Ancak bu avantajlı durum yerli ve yabancı markaların Türkiye pazarındaki itibarının korunması açısından dikkatle yönetilmesi gereken bir konudur.
Marka güvenliğini sağlamak için imha edilen ürünlerin yanı sıra, tedarik zincirinin her aşamasında devasa bir israf söz konusudur. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre:
Dünya genelinde üretilen gıdanın yaklaşık üçte biri (yaklaşık 1,3 milyar ton) her yıl israf olmaktadır.
Türkiye’de ise Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) 2024 Gıda İsrafı Endeksi Raporu’na göre, her yıl kişi başına 93 kg gıda israf edilmekte, bu da toplamda yılda yaklaşık 7,8 milyon ton gıdanın çöpe gitmesi anlamına gelmektedir.
Bu israfın nedenleri; tarlada hasat sonrası kayıplar, depolama ve nakliye sırasındaki yetersizlikler, perakende sektöründeki estetik beklentiler (şekli bozuk ürünlerin satılmaması) ve son olarak evlerdeki tüketim alışkanlıkları olarak sıralanabilir. Bu rakamlar, atık yönetiminin ne kadar kritik olduğunu gözler önüne sermektedir.
Geleneksel imha yöntemleri (yakma, gömme vb.) hem maliyetli hem de çevreye zararlıdır. Modern yaklaşım ise bu atıkları döngüsel ekonominin bir parçası haline getirmektir.
Geri Dönüşüm ile Hayvan Yemine Dönüşüm: İnsan tüketimine uygun olmayan unlu mamuller, bisküviler, çikolatalar, cipsler ve diğer birçok gıda ürünü, Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan lisanslı geri dönüşüm tesislerinde yüksek besin değerli hayvan yemine dönüştürülebilir. Bu süreç:
Bu yöntem, firmalara atıklarını bir maliyet kalemi olmaktan çıkarıp, bir gelir kaynağına dönüştürme fırsatı sunar.
Vergisel Avantajlar: İmha edilecek veya geri dönüştürülecek ürünler için doğru prosedürler izlendiğinde, firmalar önemli bir vergisel avantaj elde ederler. Piyasadan çekilen veya miadı dolan ürünler, Takdir Komisyonu kararı ile “zayi mal” statüsü kazanır. Bu ürünlerin maliyet bedeli, yasal defterlere gider olarak kaydedilebilir. Bu durum, firmaların ödeyeceği Katma Değer Vergisi (KDV) ve Kurumlar Vergisi matrahını düşürerek doğrudan bir mali avantaj sağlar. Sürecin belgeli ve şeffaf yürütülmesi bu avantajdan yararlanmak için kritik öneme sahiptir.
Bu hassas süreçlerin, hata kabul etmeyen bir profesyonellikle yönetilmesi gerekir.
Uzman Ekiplerin Rolü: Ürünlerin fabrikadan veya depodan alınması, taşınması, ayrıştırılması ve işlenmesi, bu alanda eğitimli ve tecrübeli ekipler tarafından yapılmalıdır. Sürecin her adımı, marka güvenliğini ve yasal uyumluluğu gözetecek şekilde planlanmalıdır.
Online Takip Sistemi ile Şeffaflık: Günümüz teknolojisi, imha ve geri dönüşüm süreçlerinde tam şeffaflık sunmaktadır. Gıda firmaları, kendilerine sağlanan online platformlar aracılığıyla, ürünlerinin tesise girişinden, işlenme anına ve nihai raporların oluşturulmasına kadar tüm süreci 7/24 canlı olarak izleyebilmelidir. Kamera kayıtları, anlık raporlar ve dijital belgeler, sürecin güvenilirliğini kanıtlar ve firmalara tam bir denetim imkanı sunar.
Sürdürülebilirlik: Geleceğe ve Markaya Yatırım
Bir firmanın atık yönetimi politikası, onun sürdürülebilirlik karnesinin en önemli notlarından biridir. Atıklarını geri dönüştürerek hayvan yemine çeviren bir şirket:
Karbon ayak izini azaltır (çöplüklerde oluşan metan gazı salınımını önler).
Doğal kaynakların (yem üretimi için ekilebilir araziler, su vb.) korunmasına katkı sağlar.
“Sıfır Atık” gibi ulusal hedeflere destek olur.
Bu adımlar, çevreye duyarlı tüketiciler ve yatırımcılar nezdinde markanın itibarını paha biçilmez derecede artırır. Kurumsal sosyal sorumluluk, artık bir tercih değil, marka değerinin temel bir bileşenidir.
Anlattığımız bu döngüsel ekonomi modeli, sadece teorik bir yaklaşım değildir. Dünyada bu sistemi ulusal bir politika haline getirerek hem gıda israfını dramatik ölçüde azaltan hem de bunu ekonomik bir değere dönüştüren başarılı örnekler mevcuttur. Bu alandaki en ilham verici örnek şüphesiz Japonya’nın “Eco-feed” sistemidir.
Japonya’da gıda fabrikaları, süpermarketler ve restoranlar gibi işletmelerden toplanan gıda atıklarının, belirlenmiş katı güvenlik ve kalite standartlarından geçirilerek hayvan yemine dönüştürülmesiyle elde edilen ürüne “Eco-feed” (Ekolojik Yem) adı verilmektedir. Umut Aydın’ın belirttiği gibi, bu sistemin temelini 2001 yılında çıkarılan “Gıda Geri Dönüşüm Yasası” oluşturmaktadır. Bu yasa ve beraberindeki devlet teşvikleri, gıda atıklarının bir sorun olmaktan çıkıp ulusal bir kaynağa dönüşmesini sağlamıştır.
Japonya modelini Türkiye için de değerli kılan birkaç kilit nokta bulunmaktadır:
Standardizasyon ve Sertifikasyon: Üretilen her “Eco-feed”, Japon Tarım Bakanlığı’nın denetiminden geçerek bir sertifika alır. Bu, yemin kalitesini ve güvenilirliğini garanti altına alarak çiftçilerin bu yemleri tereddütsüz kullanmasını sağlar.
Markalaşma ve Katma Değer: Sistemin en can alıcı noktası ise pazarlama aşamasıdır. “Eco-feed” ile beslenen hayvanlardan elde edilen et, süt ve yumurta gibi ürünler, raflarda “Eco-feed Markası” etiketiyle satılmaktadır. Bu etiket, çevreye duyarlı tüketiciler için bir tercih sebebi olmakta, ürüne ek bir değer katmakta ve çiftçiye daha yüksek gelir olarak geri dönmektedir.
İthalat Bağımlılığını Azaltma: Japonya bu sistem sayesinde, hayvan yemi hammaddesi olarak büyük oranda dışa bağımlı olduğu mısır ve soya gibi ürünlerin ithalatını azaltarak gıda arz güvenliğine de stratejik bir katkı sağlamaktadır.
Türkiye’de gıda atıklarından hayvan yemi üreten lisanslı ve modern tesisler halihazırda mevcuttur. Yasal altyapımız da bu dönüşüme izin vermektedir. Ancak Japonya modelinden ilhamla, sistemi bir adım öteye taşıyabiliriz. Devlet öncülüğünde oluşturulacak bir “Ulusal Ekolojik Yem Sertifikasyon Sistemi” ve bu yemle beslenen hayvanlardan elde edilen ürünler için bir markalaşma programı hem atık geri dönüşüm oranlarını artıracak hem de sürdürülebilir üretime geçen çiftçiler için yeni bir pazar yaratacaktır. Bu, atık yönetimi meselesini bir maliyet kaleminden, tüm paydaşların kazandığı bir değer zincirine dönüştürmenin en somut yolu olacaktır.
Gıda sektörü için atık yönetimi, teknik bir operasyondan çok daha fazlasıdır. Marka güvenliğinin korunması, yasal ve vergisel yükümlülüklerin yerine getirilmesi, çevresel sorumluluk ve ekonomik verimliliğin kesişim noktasında yer alan stratejik bir yönetim alanıdır. Profesyonel, şeffaf ve sürdürülebilir çözümleri benimseyen firmalar, sadece risklerini bertaraf etmekle kalmaz, aynı zamanda itibarlarını güçlendirerek geleceğe daha sağlam adımlarla ilerlerler.
• Aydın, Umut. “Japonya’da Gıda Atıklarından Hayvan Yemi (Eco-feed) Üretimi”. LinkedIn, 19 Haziran 2024.
• Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ve Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) – Küresel Sahte ve Taklit Ürün Ticareti Raporları.
• Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) – Gıda Kaybı ve İsrafı Verileri.
• Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) – Gıda İsrafı Endeksi Raporu 2024.
• T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı – Sıfır Atık Yönetmeliği.
• T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı – Vergi Usul Kanunu (Zayi Mallar ile ilgili maddeler).
• T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı – Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu.
